Kadınlık deneyimi ve kadına bakış her çağda, her toplumda birbirinden az çok farklılaşsa da kadın olmak ve kadın bedeni uzun yıllardır önemli bir meseledir. Herkesin kadına dair bir fikri, beğeniriz beğenmeyiz, kadını zihninde yerleştirdiği bir yer ve bu yere bağlı olarak kadından bazı beklentileri vardır. Tabii durum erkeklik için de çok farklı değildir. Kadının yerleştirildiği yer ister istemez erkeğe de bir yer ve bazı roller biçilmesine neden olur. Bu yazıda varoluşçu filozof Simone de Beauvoir’in bu bağlamda cinsiyetler ve temelde de kadınlık üzerine söylediklerine yer vererek meseleyi ele almaya çalışacağım.
İkinci Cinsiyet (1949) kitabında Simone de Beauvoir cinsiyetler arasındaki asimetriye varoluşsal kırılma yaratması bağlamında dikkat çeker. Ataerkil toplumun kadın bedenini nesnelleştirirken (la chair), erkek bedenini eylemde bulanan, “yaşayan” bir beden, bir özne (le corps) olarak tanımlamasını eleştirir. Beauvoir erkeğin kadını “öteki” yaptığını, bu durumun ise ataerkil mitler olan “doğa ana” vb. kavramlardan beslendiğini, dolayısıyla kadının “kendisi için beden” vs. “başkası için beden” olarak bütünlüklü şekilde var olması gerekirken, tamamen “başkası için varlık/beden” haline gelerek varoluşunun bölündüğünü söyler.
Kadın vücudunun bu kadar nesneleştirilmesi ve pasifleştirilmesi, erkek vücuduna da özne olduğu kadar aynı zamanda nesne olduğunu unutturmuş ve sanki erkek bedeni insan olmanın fiziksel koşullarından, kısıtlılıklarımdan azadeymiş gibi düşünülmeye başlanmıştır. Beauvoir ataerkil bir toplumda büyüyen bir kadının ne dünyaya karşı aktif bir duruş sergilemesine ne de bireyselliğini gerçekleştirebileceği bir faaliyette bulunmasına izin verilmeyeceğine ve kadının kaderinin bu olduğuna inanılacağından bahseder. Sonuç olarak, kadın daima kendi bedeni, kendi arzuları ve bireyselliği ile insanoğlunun çıkarları arasında bir çatışma nesnesi haline gelir (Tiukalo, 2012).
Kadının erkek egemen toplum tarafından “öteki” olarak görüldüğünü söyleyen Beauvoir, öteki olmanın kadını nesneleştirdiğinden bahseder. Sürekli nesne pozisyonunda olmak demek ise kullanıma hazır olmak demektir. Beauvoir (1949, s.280) kadının erkekten farklı olarak çocukluk çağından itibaren nasıl nesneleştirildiğini şöyle ifade eder:
“Erkeğin yaşamı öğrenmesi dış dünyaya doğru serbest bir açılımla olur; diğer erkeklerle uyum ve bağımsızlık içinde yarışır, kızları puanlar. Ağaçlara tırmanır, arkadaşlarıyla kavga eder, sert oyunlar oynar, vücudu doğaya hükmetmenin bir aracı ve savaşmak için bir silahtır. Cinsiyetinden olduğu gibi kaslarından da gurur duyar; oyunlarda, sporlarda, dövüşlerde, meydan okumalarda, güç denemelerinde, gücünü dengeli bir şekilde deneyimler. Aynı zamanda şiddet içeren dersler de alır; küçük yaşlardan itibaren darbeler almayı, acı çekmeyi, gözyaşlarını tutmayı öğrenir. Taahhüt eder, icat eder, cüret eder. Kadınlar ise tam tersine, en başından beri, özerk deneyimi ile nesnel benliği yani ‘öteki olma’ hali arasında bir çatışma yaşar. Oyuncak bir bebek gibi muamele görür ve özgürlüğü reddedilir. Böylece bir kısır döngü oluşur; dünyayı anlama, kavrama ve keşfetme özgürlüğünü ne kadar az kullanırsa, kendi içinde ne kadar az kaynak bulursa, özne olarak kendini onaylamaya da o kadar az cesaret eder. Eğer bir kız çocuğu cesaretlendirilseydi, bir erkek çocukla aynı canlı coşkuyu, aynı merakı, aynı inisiyatifi, aynı uyumu gösterebilirdi. Bu ancak kız çocuğu erkeksi bir yetiştirme tarzıyla yetiştirildiğinde mümkün olur ve ancak bu şekilde kız çocuğu birçok sorundan kurtulmuş olur.”
Pasif, itaatkar ve yumuşak olarak görülen kadının toplumda erkek gibi özerk bir özne olabilmesi için ekstra bir çaba harcaması gerekir. Algılandığı haliyle kendini ifade etmesi, ortaya koyması, arzularını özgürce dile getirmesi ve deneyimleyebilmesi bir erkeğe göre çok daha zordur. Her kadının kendi yaşam deneyimleri vardır, ancak toplumdaki baskı, dışlama ve "ötekilik" yine her kişinin kendi yaşam koşullarından etkilenmekle birlikte, her kadının deneyimlediği bir durumdur. Beauvoir (1949) böyle bir toplumda yetişmiş bir kadının kendi arzularının kendinin bile farkında olmadığını dile getirir.
Kadının nesneleşmesinde toplumun rolünü sorguladıktan sonra Beauvoir (1949) İkinci Cinsiyet’te kadının bu pozisyonunda biyolojnin rolü olup olmadığını da merak eder. Kadın ve erkek cinselliğinin biyolojik açıdan farklı yanlarını ele alarak erkek ve kadın bedeni arasındaki asimetriyi sıkça vurgular. Erkek doğası gereği ayrıcalıklıdır, fiziksel güce sahiptir ve bu sayede kendini dünyaya özgürce açabilir. Kadın ise değişken bir bedenle donatılmış ve dünyaya kapalı bir durumda kalmıştır. Beauvoir’e göre biyolojik yapı, dünyanın algılanma şekli ve aynı zamanda dünya içinde var olma tarzı açısından çok büyük bir öneme sahiptir. En basitinden biyolojik bir gerçeklik olarak çocuk doğurabilen yalnızca kadınlardır ve bu bile başlı başına onları nesneleştirir. Başka bir deyişle Beauvoir kadın bedeninin edilgenliğinin sadece toplumun değil, aynı zamanda biyolojinin de bir ürünü olduğunu anlatmaya çalışmıştır.
Beauvoir’in kadın bedenini değersizleştirdiğini ve kadını biyolojik gerçekliği kullanarak aşağıladığını düşünenler de vardır (Doney, 2011). Kadın bedeninin nesneleştirilmesini eleştirirken, bizzat kendisinin bu nesneleştirmeyi yaptığını söylerler. Buna karşılık Beauvoir yalnızca toplumsal ve biyolojik bir gerçeği ortaya koyduğunu söyler. Ona göre kadının biyolojik koşulları toplum tarafından nesne haline getirilmiştir. Biyolojik gerçekler vardır evet, fakat bu gerçeklerin illa da kadını nesneleştirmeyle sonuçlanması gerekmediğini söyler. Kadının kendi bedeni planlarını ve arzularını gerçekleştirmeyi zorlaştırsa da; nesneleştirilmeye karşı kadının kendi canlı bedenini ortaya koyarak harekete geçmesini ve kendini "dünyaya" açması gerektiğini söyler.
Simone de Beauvoir, bu sosyal bölünmenin siyah-beyaz taraflarını sivriltmeye çalışmamıştır. Erkeğin fiziksel aktifliğini yüceltirken, kadın vücudunun pasifliğinden şikayet etmez. Bedenselliğin kendi için beden ve diğerleri için beden olarak iki varoluşsal boyuta bölünmesinin ve cinsiyetler arasında paylaştırılmasının Sartre’ın kavramlarıyla bir "kötü inanç" belirtisi olduğunu söyler. Özellikle bu kötü inanç bir insanın özgür bir birey olması yönünde kaderine meydan okumaktadır: erkeklerin elinden nesneliğini, kadınların elinden ise özneliğini alarak.
Beauvoir'a göre bir kadın, vücudunun öznelliğini gösterme hakkına sahip özgür bir insandır. Her cinsiyetin bedeninin öznelliğini kendi seçtiği yolla ifade edebilmesi gerektiğini savunur. Erkek ve kadının fiziksel yapısından kaynaklanan nesnel farklılıklar, toplumda var olan hiyerarşik yapının bir açıklaması olamaz. Kadının fiziksel olarak daha zayıf olduğu gerçeği onu daha aşağı yapmaz. Yani biyoloji cinsiyeti açıklamaz.
"Biyolojik farklılıklar son derece önemlidir. Biyolojinin kadın tarihinde, kadının bulunduğu konum açısından çok belirleyici bir yeri vardır. Ancak cinsiyetler arası bir hiyerarşi oluşturmak için yetersizdirler; kadının “Öteki” olarak görülmesinin nedenini ve onu sonsuza dek bu alt rolde kalmaya mahkum edemezler.” (Beauvoir, 1945, s.32-33)
Beauvoir (1949) insanın zaman zaman hem nesne hem özne pozisyonunda olabilmesi ve ikisinden de keyif alabilmesi gerektiğini söyler. Ancak burada olan erkeğin aşırı özneleştirilip, kadının da aşırı nesneleştirilmesidir ve nesneleşen kadın bedeninin sesinin yükselmesi hiç de garip değildir. Fakat bu demek değildir ki kadın bu pozisyonda kalmaya mahkumdur. Kadının kendisini bu pozisyonda kalmaya mahkum olarak görmesi ancak bir kötü inanç olabilir. Beauvoir’e göre iyileşmeye yol açacak olan şey kadının özgür ve özerk bir birey olarak toplumda var olmaya mücadele etmesi ve özne pozisyonunu geri kazanmasıdır.
"Eğer her birey birbirini özgürce tanır, birbirine eşzamanlı ve karşılıklı olarak nesne ve özne olma imkanı tanırsa bu çatışmanın üstesinden gelmek mümkündür. Fakat gerçekte bu özgür varlıkların tanınmasına izin veren dostluk ve cömertlik, kolay erdemler değildir; bu erdemler insanlığın en büyük başarısıdır ve bu başarı sayesinde insan gerçek doğasını bulur." (Beauvoir, 1945, s.140)
Kaynakça
Beauvoir de S. (1949). The Second Sex. Vintage Books, New York
Doney, T. (2011). Freedom And The Body: Sartre And Beauvoır On Embodıed Conscıousness.
Tiukało, A. (2012). The Notion of the Body and Sex in Simone de Beauvoirs Philosophy. Human Movement, 13(1). doi:10.2478/v10038-012-0008-3
댓글